Kıbrıs adası, sadece Akdeniz’in incisi olmakla kalmaz, aynı zamanda tarihi ve siyasi bir bölünmeye de sahiptir. Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumları arasındaki uzun süreli ayrılığın izleri, adanın her köşesinde hissedilir. Bu bölünmenin en çarpıcı yansımalarından biri ise adanın başkenti Lefkoşa’nın ikiye bölünmüş olmasıdır. Lefkoşa’nın hem kuzeyi hem de güneyi bölünmenin izlerini taşırken tarih, kültür ve canlılıkla dolu bir şehirdir.
Kuzey Lefkoşa, tarih boyunca pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun ve daha sonra Britanya’nın etkisi altında kalarak zengin bir kültürel mirasa sahip olmuştur. Selimiye Camii, bu mirasın en önemli simgelerinden biridir. Osmanlı döneminin mimari şaheseri olan bu cami, şehrin tarihî dokusunu ve kimliğini yansıtır. Büyük Han ise bir zamanlar kervansaray olarak kullanılan, günümüzde ise el sanatları ve hediyelik eşya satıcılarıyla ünlü bir çarşı olarak hizmet vermektedir.
Dünyanın Son Bölünmüş Başkenti
Kuzey Lefkoşa, dünyanın son bölünmüş başkenti olma özelliğini taşır. Ada üzerindeki siyasi anlaşmazlıkların bir sonucu olarak, şehir adeta ikiye bölünmüş durumdadır. Ancak bu durum, şehrin canlılığını ve kültürel zenginliğini engelleyemez. Tam aksine, Kuzey Lefkoşa, tüm bu zorluklara rağmen yaşamaya ve gelişmeye devam eden bir şehirdir.
Kuzey Lefkoşa, Kıbrıs Türk halkının kültürel mirasını yaşatan, tarihi zenginlikleriyle dolu ve modern bir şehirdir. Tüm bu özellikleriyle, adanın ve dünyanın dikkatini çeken önemli bir merkezdir. Gelecekte, umut ve barışla dolu bir Kıbrıs’ın başkenti olma yolunda ilerlemeye devam edecektir.
Lefkoşa: Tarihi ve Kültürel Zenginlikler
Lefkoşa, tarih boyunca feodal beylerin, düklerin, kralların, lordların, soyluların, baronların, şövalyelerin, vali paşaların ve Beylerbeyi’nin hüküm sürdüğü bir kent olarak ön plana çıkar. Antik çağlardan itibaren bu kent, Kıbrıs’ın merkezinde stratejik bir konuma sahiptir. Bizim “Lefkoşa” dediğimiz şehir, Kıbrıslı Rumların “Lefkosia” olarak adlandırdığı düz bir alanda kurulmuştur ve tarihi dokusunda birçok medeniyetin, kültürün ve dinin izlerini taşır. Şehrin bilinen en eski adı “Lidra” olarak geçer ve toprağında Tunç ve Roma dönemlerine ait kalıntılar bulunur.
Lefkoşa, Bizans döneminden itibaren Kıbrıs’a hükmetmiş hemen tüm devletler için bir “başkent” konumunda olmuştur. Özellikle Lüzinyan Krallığı, Venedikliler ve Osmanlılar dönemlerine ait tarihi yapılar şehrin çehresini belirler. Hristiyan bir kent olan Lefkoşa, Osmanlı fethinden sonra İslam mimarisinin etkisi altına girmiştir. 1920’lerde Anadolu’dan gelen Ermeni topluluğu bu şehre yerleşmiş ve burada bulunan Ermeni Kilisesi, şehrin kültürel mirasına önemli katkılar yapmıştır.
Lüzinyan Krallığı döneminde, Lefkoşa Orta Çağ feodal şehir anlayışıyla yönetilmiş ve adanın idari başkenti olarak önemini korumuştur. Bu dönemde Lüzinyanlar, şehrin etrafına surlar inşa etmişlerdir. İlk surlar Kral I. Henry tarafından 1211’de iki kule ile birlikte inşa edilmiş, I. Peter üçüncü bir kule eklemiş ve II. Henry ise şehri tamamen surlar içine almıştır.
Lefkoşa, tarih ve kültür meraklılarının ilgisini çeken, dünyanın son bölünmüş başkenti olma özelliğini taşıyan benzersiz bir şehirdir. Bu şehirdeki tarihi ve kültürel zenginlikler, ziyaretçilere unutulmaz bir deneyim sunmaktadır.
Lefkoşa’nın Tarihi ve Sosyal Dokusu
Lüzinyan döneminde baş kilise olarak kullanılan St. Sophia Katedrali, Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiş ve “Selimiye Camii-Ayasofya” adını almıştır. Bu muazzam tarihi yapı, 1326 yılından beri önce Hristiyanlara, ardından da Müslümanlara ibadet mekânı olarak hizmet vermektedir. Surlariçi’nde bulunan Derviş Paşa Konağı, Arabahmet Camii, Haydarpaşa Camii ve şu anda kültürel etkinlikler için kullanılan Ayluka Kilisesi de şehrin dikkat çeken yapıları arasındadır. Samabahçe evleri, Lefkoşa’nın ilk toplu konut denemelerinden biridir ve 2004 yılında AB fonlarıyla restore edilerek şehrin “otantik” mirasına katkı sağlamıştır.
Şehrin surlarının dışında, Köşklüçiftlik, Kumsal, Dereboyu, Taşkınköy, Göçmenköy, Ortaköy, Kermiya, Yenişehir, K. Kaymaklı gibi bölgeler bulunmaktadır. 1950’li yılların başlarına kadar Lefkoşa kenti demografik açıdan karma bir karakter taşımaktaydı. Ancak, Türk ve Rum mahalleleri arasında yaşanan etnik çatışmalar sonucunda İngiliz sömürge idaresi 1956 yılında tel örgülerle iki kesimi ayırmıştır. 1958 yılında şehirdeki etnik çatışmalar doruk noktasına ulaşmış ve yüzlerce insan hayatını kaybetmiştir. İngiliz makamları, bu çatışmaların ardından şehri “Mason-Dixon Hattı” adı verilen bir sınır ile ikiye bölmüştür. 1963 yılında şehir “Yeşil Hat”la tam olarak ikiye bölünmüştür.
1974 yılındaki askeri harekât sonrasında Kızılbaş, Kaymaklı ve Kermiya gibi bölgeler Lefkoşa’nın Türk bölgesine katılmıştır. Günümüzde Lefkoşa kenti hala iki kesimli bir karaktere sahiptir ve BM kontrolünde bir alan bulunmaktadır. Ancak, Türk ve Rum bölgeleri arasında üç geçiş noktası bulunmakta olup, bu noktalardan insan, araç ve ürün geçişleri kontrollü ve izinli olarak gerçekleştirilmektedir. Başkentin Türk ve Rum tarafları arasında ilk kez 23 Nisan 2003’te Lidra Palas kapısı açılmış ve ardından 10 Mayıs 2003’te Metehan ve 3 Nisan 2008’de Lokmacı kapısı açılmıştır. Bu geçiş noktaları, şehrin barış ve birlikte yaşama çabalarının sembolüdür.
Lefkoşa’nın Tarihi Surları ve Anıtsal Kapıları
Askeri mimarinin en olağanüstü örneklerinden biri olan Lefkoşa Surları, 5 kilometrelik uzunluğuyla, birbirlerine eşit uzaklıkta yer alan 11 burç ve 3 büyük kapıdan oluşmaktadır. Bu surlar, Lüzinyanlar döneminde şehri iki ana bölgeye ayırmıştır: surlar içi ve surlar dışı.
Şehri çevreleyen bu muhteşem surların inşası, Venedikliler tarafından gerçekleştirilmiştir. 11 tabyadan oluşan surlarla, Lefkoşa yuvarlak bir şehir haline getirilmiştir. Lefkoşa’nın surlar içine adım attığınızda sizi üç büyük kapı karşılar: Girne Kapısı, Baf Kapısı ve Mağusa Kapısı. Bu kapılar, şehrin tarihi ve kültürel mirasına girişin sembolüdür.
Surlar içinde, geçmişin izlerini taşıyan birçok tarihi yapı bulunmaktadır. Bandabuliya olarak bilinen pazar yeri, şehir halkının sebze, meyve, et ve diğer ihtiyaçlarını karşıladığı önemli bir merkezdir. Ayrıca, eskiden köy otobüslerinin park ettiği hanlar da surlar içinde dikkat çeken yapılar arasındadır.
Günümüzde hala ayakta duran birçok binada, farklı uygarlıklara ait izler bulmak mümkündür. Surlar içinde özellikle dikkat çeken yapılar arasında Büyük Han ve Selimiye Camii yer almaktadır. Bu tarihi yapılar, Lefkoşa’nın zengin kültürel dokusunu ve tarihini yansıtan önemli simgelerdir.
Yorum Yaz